Merhaba sevgili okuyucu! Ben Aliye. Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi Dil ve Konuşma Terapisi son sınıf öğrencisiyim. Bu köşede seninle birlikte Öğrenci DKT olmaktan bahsedeceğiz!
İlk sayımıza özel, öğrenci köşemizin girişinde, çok meşhur bir derdimizle başlamak istedim!
Dil ve Konuşma Terapisi mi? İki yıllık mı? İngilizce mi öğreniyorsunuz? Yok, yok, diksiyon mu yoksa? Ya ben konuşurken çok heyecanlanıyorum aslında sizde bunun devası var mıdır? Ha bir de üzülme canım ya, herkes üniversite sınavından harika puanlar alacak değil ya! OLSUN!
Bu sözler bir yerden tanıdık geldi mi?
Sizce bu diyaloglara kaç kez maruz kalmışızdır? ÖSYM’nin tercih sonuç ekranını gördüğünüzde mesela… büyük bir coşkuyla ,burada yazar bölümü isteyerek kazandığınızı varsayıyor, bölümü kazandığınızı; Eskişehir’e, Kütahya’ya, Ankara’ya ya da İzmir’e gideceğinizi öğrendiğinizde hevesinizi kıran onlarca çevre dostuna ne tepkiler verdiniz? Bu bölümün sayısalla aldığını, bir sağlık personeli olacağınızı ve evet, diksiyon öğretmediğinizi dile getirirken hevesiniz kursağınızda kaldı mı? Lisans yılının son sınıfına geçmiş biri olarak şunu rahatça söyleyebilirim ki bu ne ilk ne de son. Meslekte bilmem kaçıncı yılında olan duayen hocalarımızın bile aynı dertlerinin mevcut olduğuna kalıbımı basarım ama kanıtlayamam!
İnsanlar bu bölümü ya tam anlamıyla biliyor ya da hiçbir fikirleri yok! Maalesef ki mühendis, doktor, mimar gibi stereotipik unvanlarımız yok. He, terapistiz, bu duyulunca da psikolog sanan da olabiliyor! Ah ne acı! Bu, yeni oluşan bölümlerin mahzun kaderi diyebiliriz!
Peki, merak ediyorum da, biriyle tanıştığınızda ve hani olur ya- laf lafı açar. Size bölümünüzü sorar. Muhtemelen yukarıdaki cevapları verir. Peki bu durumlarda sizin tepkiniz ne oluyor? Her öğrenci ve terapistin klasik bir cevabı olduğunu tahmin ediyorum. Bu size isminizin sorulması gibi artık, cevap beyninizdeki bir noktaya saplanmış, otomatikleşmiş. Klasik cevabınız ne? Hadi bir canlandırma yapalım o hâlde, tiyatral bir hava essin!
DKT’nin ne olduğunu bilmeyen o malum kişi: “Dediğim gibi hep mühendislik istemiştim. Okuması zor ama her güzelliğin bir cefası vardır değil mi? Peki sen ne okuyorsun?”
Siz: “Dil ve Konuşma Terapisi.”
DKT’nin ne olduğumu bilmeyen o malum kişi: “He-“ Duraksama, aklı karışmış sizden gözlerini kaçıran kısa bir bakış, kavram merkezlerine yolculuk, kavramlar arası bağlantıyı kurabilmek için sol hemisferde takdire şayan faaliyet mevcut. Gözleri parlıyor! Buldu! İşte! “Diksiyon, güzel konuşma değil mi?”
Ah! Ne hüsran! İşte şimdi farkındalık çalışmamız gerekiyor! “Hayır, diksiyonla ilgilenmiyoruz. Bizim işimiz, yani Dil ve Konuşma Terapistlerinin işleri……bla…..bla…..bla….”
Bazılarının klasik cevabı doğrudan ASHA’nın tanımını yapmak olabiliyor. Benim klasik cevabım ise soruya soruyla karşılık vermek oluyor. Çünkü… neden olmasın? Bunun hem beni çok yormayacağını hem de eğlenceli bir öğrenme biçimi olduğunu düşünüyorum.
Benim senaryomda işler şu şekilde gerçekleşiyor:
Ben: “Hayır, diksiyonla ilgilenmiyoruz. Ama merak ettim, ortada çok fazla kirli bilgi de dolanıyor doğrusu, başka ne düşünüyorsun? Sence bölüm ne hakkında?”
Şaşırma ve yeniden göz kaçırış. O teklemeyi gördüğümde yardım eli uzatıyorum. “Sağlık elemanıyım.”
DKT’nin ne olduğumu bilmeyen o malum kişi: “Hmmm. Sağlık turizmi mi? Birçok dil mi biliyorsun?”
Ben: “Hayır, o da değil. Hastanelerde veya rehabilitasyon merkezlerinde çalışabiliyorum. Yeni doğandan yaşlı popülasyona kadar danışanlara rehabilite/terapi hizmetleri veriyorum.”
DKT’nin ne olduğumu bilmeyen o malum kişi: “Konuşma öğretmeni gibi mi?”
Ben: “Öğretmen değil terapist. Ama bu başka bir savaşın konusu.”
En son pes ediyor ya da ben daha fazla uzatmadan açıklıyorum mesleği. Ama sadece bu aşamaya kadar bile mesleğimiz hakkında birçok temel bilgiye sahip olabiliyor. Bunu oynaması hem komik olabiliyor hem de bilgilendirici! Çünkü bu gözler, kalemi dudaklarının arasına sıkıştırıp kekemeliği ORTADAN KALDIRACAĞINI düşünen insanlar da gördü!
Peki mesleki tanımımız ve buna dayalı farkındalık çalışmalarımızdan da bahsettiğimize göre gelelim meslek hakkındaki şahsi düşüncelerimize. Dil ve Konuşma Terapisti olmayanlara göre mesleğin ne olduğunu konuştuk. Peki ya biz? ASHA’nın tanımının dışında bize göre nasıl bir meslek bu DKT? Bizi ne kadar besleyen bir meslek? Kendini hangi yönlerine ait, hangi yönlerine yabancı hissediyorsun? Bu meslek kendini bulduğun yer mi? Yoksa hâlâ uzak mı geliyor, hâlâ daha seni tanımlayamıyor mu? Bu sorular esasında hem DKT öğrencilerini hem de bizzat sahadaki DKT’leri ilgilendiriyor. Kanımca bazı sorular ağır bile gelebilir insana. Belki bir sonraki yazıda bu sorulardan bahsederiz, neden seçtik-nereye gidiyoruz-sürükleniyor muyuz akıntıda yoksa akışa mı bıraktık kendimizi?
Ama şimdilik bir öğrenci gözünden değinelim Dil ve Konuşma Terapisi bölümüne. İlk sayımız ve kendi perspektifimden konuşacağım biraz.
Açıkçası şu anda mesleği daha çok benimsemiş olduğumu söyleyebilirim. İlk yıllar böyle değildi. Birçok kavram karmaşasının olduğu, taşları yerine koyamadığınız, sürekli yapboz parçalarını toplayıp toplayıp ortaya bir resim çıkarmayı bile beceremediğiniz zamanlardı. En azından benim için. İlk yıl “Şimdi ben tam olarak ne okuyorum?” derken ikinci yıl “Çok fazla şey yok mu ya? Beni ilgilendiren şeyler ne? Temelim sağlam olsun istiyorum ama hangisi temel? Temelde neleri bilmem mühim? UDA ile tüm dertlerim çözülür mü? IPA baya garip. Continuant sesleri bilsem ne bilmesem ne! Neden KBB görüyoruz ki? Doktor muyuz biz? Dil ve konuşmanın bileşenlerini bilsem yeterli midir hocam?” soruları… Ama üçüncü sınıfa geçince fark ediyorsun ne kadar doğru şeyler öğrendiğini, hepsi önemli, hatta daha fazlası araştırılmalı, daha fazla öğrenilmeli. Çünkü bu bölüm derya deniz. Bir ucundan yakalayıp sonunu getiremezsin kolayca, her gün yenilik, her gün farklı bilgi, her gün farklı donanımlar.
Ağır geçen üçüncü sınıfın ardından ise son sınıf… Son sınıfa geçince fark ediyorsun ki üçüncü sınıf ağır falan değilmiş. Asıl ağır olan, zaten kendi başına kompleks bir varlık olan insanoğluna dil-konuşma-rezonans-ses-yutma alanları üzerinden tanı koyabilmek ve onlara terapi hizmeti vermekmiş. Yani alanda neredeyse resmi bir sağlık personeli olarak çalışıyor olmak! Henüz üç ay oldu KSBÜ Dilkom’da intern olalı. Şimdiye kadar sadece dört danışanım oldu; biri mezun oldu, diğer üç danışanın ise terapileri hâlâ devam etmekte. Tecrübe edinmek için harika fırsatlarım var; KSBÜ Dilkom’da hocalarımız her ân yardımımıza koşmak için oradalar. Ama tüm bunlara rağmen, haftada sadece dört seans terapim olmasına rağmen, ağır gelebiliyor. Son sınıf öğrencisi olmanın bitirme sınavı, bitirme projesi, seminer sunumları, materyal tasarımları gibi başka sorumlulukları da var elbette. Ama bunun da ötesinde; üç yıl boyunca öğrenilen teorik bilgilerin kendi mantık süzgecinizden geçerek uygulamaya dökülmesi olayı işleri bir tık karıştırıyor. Üstelik bunu 40 dakikalık bir seans içerisinde başlı başına farklı enteresan özellikleri olan bir danışanla birlikte gerçekleştiriyor olmak bu yılı zor yapan yegâne özellik. Karışık işler doğrusu! Öyle ya- artık son sınıfsın! Aylar kalmış şurada mezun olmana ve sahada bir başına kalmana! Şimdilik henüz birbirinden öğrenen bir sürüyken değerlendirmek lazım her avantajı, sürü liderlerini iyi takip etmek iyi öğrenmek lazım onlardan. Mazallah aylar sonra sürü dağılıp bir başına kaldığında yetebilmeli öğrendiklerin sana, bilmediğin de varsa araştırmalısın. Bunun bilinci daha da stresli yapıyor bazen. Engebeli ve ağır geliyor son sınıf bana, kendime yüklediğim extra başka kişisel gelişim zırvalıklarından mıdır bilinmez zamanım kalmıyor çoğu şeye!
Şimdi alanda çalışan dil ve konuşma terapistlerinin bu yazıyı okurken biraz dertli biraz da alaycı gelen seslerini duyuyor gibiyim. “Sen daha ne gördün ki? Daha önce hiç bir günde 8 seanstan haftada 40 seansa girip hem ailen ve arkadaşlarına vakit ayırıp hem de kendi mental sağlığını koruyabildin mi?”
Hayır, girmedim. Ve evet, bu korkunç bir rakam. :’)
Bu da başka bir sayının konusu olsun madem. Verdiğimiz emeğin karşılığını almak üzerine belki. Ama şimdilik bulandırmayalım suları, daha öğretmen olmadığımıza ikna etmemiz gerekiyor bazılarını!
Girdiğimiz/gireceğimiz onca seanslar için söylenecek çok şey var. Ama en büyük artıdan söz etmek istiyorum. O da bu seanslarda danışanlara verdiğimiz emeğin bizi nasıl da tatminkâr ve mutlu hissettirdiği. Elinizden geleni yapıyor, o danışan için araştırıyor, sorguluyor ve en iyisini yapmaya çalışıyor olmanın; özelinde bir sağlık personeli olduğumuz da düşünülürse harika bir motivasyon kaynağı olduğunu düşünüyorum. Gün geçtikçe, bu mesleğe daha çok battıkça, kendime eksi yönlerinin yanı sıra yeni artılar da ekliyorum. Çoğu zaman artılar daha büyük oluyor.
Ve biz Öğrenci DKT’ler olarak artı ve eksi çizelgesi yapmalıyız kendimize. Böylece, bu derya deniz bölümün içinde sağ kalabilir, kendimize güvenli limanlar bulabiliriz.
Öğrenci olmanın özgürce hata yapabilme imkanı sağladığının farkındayım. Aynı zamanda öğrenci olmanın öğrenmek için geniş bir alan sunduğunun da farkındayım. Biz DKT öğrencileri olarak bu farkındalığa erişmeli ve onu kullanmalıyız, böylece ileride hata yapma lüksümüzün olamayacağı sorumluluklar altına girdiğimizde yalpalamadan devam ederiz yola.
Onca konuşmanın üzerine şöyle toparlayayım isterseniz… Bu mesleği bir gökdeleni dikmek olarak görürsek; ilk iki yıl temel çalışmaları atılıyor, zemin araştırmaları, hangi zemin uygun, hangi zemin depremde zarar görmez, ne kadar derine inmek lazım, kavram karmaşalarından nasıl kurtulabilirim. Üçüncü yıl ise hazırlanan temeli biraz oynayarak, biraz da üstüne planlar çizerek geçiyor. Dördüncü sınıf ise ilk katınız için deneme inşaanız. Kötü olabilir, kirişler neredeydi, cephe ne tarafta olmalıydı, sil baştana mı dönsek; iyi de olabilir, sağlam temel sağlam inşaa işte, iyi gidiyor, şu tuğlayı da koyduk mu, ah hayır yalıtım bu şekilde olmamalı, bu plandan hoşlanmadım revize etmek gerek.
Düşe kalka lisans eğitimi bitiyor, bitecek ve bizler alanda var olmaya başlayacağız. Bunun getirdiği korku ama aynı zamanda sizi şevklendiren heyecanı ve sabırsızlığı da es geçmek haksızlık olur. Ben bu aralar ikinciyi daha çok hissediyorum. Terapist-danışan ilişkisi içerisinde elimden gelen her şeyi yapıyor ve sonucu da görüyor olmanın; tarifi imkansız bir iyi ki’si varmış, bunu öğrendim mesela. Artık bol bol su içiyor, fark etmeden diyafram nefesi alıyor, yeğenimle oyun oynarken kendimi kaptırarak yansıma sesler çalışıyorum.
Bu aralar gökdelenimin ilk katına karar kılıyorum daha; eğer arada zemin sıkıntı çıkarırsa hemen düzeltiyor, odaların renginin ne olması gerektiğine karar vermeye devam ediyorum.
Bu gökdeleninin büyük, değişken, sıradışı ve bazen de oldukça sıradan olacağının bilincinde olarak.